NİYAZ-İ MISRİ K.S - SEYYİD MUHAMMED ŞERİF BUHARİ

İçeriğe git

Ana menü:

NİYAZ-İ MISRİ K.S

ALLAH DOSTLARI

Yaşadığı döneme fikirleriyle damgasını vuran ünlü sufi.Halveti yolunun Mısriyye kolunun şeyhidir. Adı Muhammed olup babasınınki Ali Çelebi'dir.
Mahlası "Niyazı"dir. Uzun bir dönem Mısır'da kaldığı için "Mısri" diye de anılır olmuştur.1617 yılında,Malatyada şimdiki adı Soğanlı
olan "İşpozi"kasabası'nda doğmuştur.

1638 de Medrese tahsilini tamamlayarak icazet almış, bilhassa tefsir,hadis,fıkıh ve tasavvuf alanlarında yavaş yavaş adını çevresine duyurmaya başlamıştır.Tasavvufu daha başlangıçta iyi şekilde kavramasıyla yaptığı va'azları da o derece etkili oluyor ve büyük ilgi topluyordu.Babasının bir Nakşibendi tarikatı mensubu olmasına rağmen,henüz 21 yaşında genç bir vaiz iken Halveti tarikatı şeyhi Malatyalı Hüseyin efendiye intisab etmiş ve sonuna kadar bu tarikatta kalarak coşkun bir sofi olmuştur.

Hüseyin Efendi'nin vefatından sonra seyahat etmeye karar verdi. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdad'a gitti. Burada büyük alimlerin, evliyanın ve Seyyid Abdülkadir Geylani'nin kabrini ziyaret etti.Hz.Hüseyin'in kabrini de ziyaret eden Mısri, Bağdad'ta dört yıl ilim tahsil etti. Tahsilini tamamlayan Niyazi-i Mısri, Kahire'ye gitti.Şeyhüniyye denilen yerde, Kadiriyye Tarikatı büyüklerinden olan bir zatın dergahında misafir kaldı ve talebe oldu. Burada kendisini yetiştiren Niyazi-i Mısri, Camiu'l-Ezher'de dersler vermeye başladı. Özel günlerde vaaz ve nasihatta bulunurdu. Gayet güzel Arapça konuşurdu..
İlim ve marifet sahasında olgunluğa erişmek için büyük bir çaba sarfe­den Niyazi-i Mısri'ye günün birinde şeyhi: "Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilmi sana açılmaz".dedi. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor:
"İlimden ayrılmam bana güç geldi. Ağlayarak tazarru ve niyaz ile Allah'a istihare ettim ve uyudum. Gördüm ki guya ben büyük bir şehirdeyim, sultana hizmet ediyorum. Sultan da Şeyh Abdülkadir Geylani (k. s.) imiş. Kendisinin, avlusu geniş bir sarayı var. Kendisi, nedimlerinden büyük bir cemaat arasında bir tarafta abdest alıyor. Sanki ben de öbür tarafında tereddüt içerisinde duruyor, bana kızacağından korkuyorum. Oradan çıkacak bir yer de bulamadım. Beni gördü, çağırdı: 'Ey sufi!' Hemen kendisine döndüm ve önünde durdum. Hadimlerinden birine.''Buna bir kese getir' dedi. Hizmetçi çabuk çabuk birkaç adım gidince 'gel' dedi, 'ona kendi cebimden vereyim.' Elini cebine soktu, bir kese çıkardı ve bana uzattı. Huzurunda keseyi açtım. İçinde taze sikkeli dirhemler vardı. Başka bir kese daha gördüm, onu da açtım. Ondan da taze sikkeli dinarlar vardı. Ben.' 'Efendim, bu iki kesenin manası nedir?' diye sordum. Cevaben dedi ki.' 'Dirhemler zahir ilimdir, öğren ve onunla amel et. Dinarlar tarikat ilmidir, ona ancak sana takdir edilmiş bulunan kimsenin (mürşidin) sayesinde kavuşabilirsin' ve bana: 'Senin şeyhin bu şehirde değildir.' diye işaret etti. Söylemeye muktedir olamayacağım bir ferah ve sevinç ile uyandım.
Rüyayı şeyhime söyledim. Bu rüya üzerine beni halife yapmak istedi. Dedim ki.' 'Efendim, benim kalbim hilafete kanmaz. Artık bundan sonra seyahat etmek istiyorum. Çünkü hiçbir yerde durağım kalmadı. Eğer bana izin vermezseniz helak olmaktan korkuyorum.'

İzin verdi. Yüzünde ilim mukadder olan zatı bulmak arzu­suyla yola çıktım. Senelerce dolaştım. Arap ve Rum (Anadolu) şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine eriştim. Akıbet şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devası
Şeyh Ümmi Sinan Elmalı (k. s.)'nın hizmetine ulaştım. Kalbimin şifasını onun hizmeti şerefinde buldum.

Mübarek nefesi kimyasıyla, bana Şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.)'nin bahsettiği her şey hasıl oldu. Allah'a hamdolsun, Allah'ın lutfiyle telvin gitti, temkin hasıl oldu."
Elmalı'ya gidişi ve mürşidi ile ilgili kanaatlerini manzum olarak şöyle ifade etmiştir:

Dost illerinin menzili ki ali göründü
Derd-i dile derman olan Elmalı göründü

Tutilere sükkar bağının zevki erişti
Bülbüllere canan gülünün dalı göründü

Mecnun gibi sahraları ağlayı gezerken
Leyla dağının lalesinin ali göründü

Ten Yakub'unun gözleri açılsa acep mi
Can Yusufunun gül yüzünün hali göründü

Kal ehlinin ahvalini terk eyle Niyazı
Şimden gerü hal ehlinin ahvali göründü.


NİYAZİ MISRİ NİN SİLSİLESİ VE MISRİYYE KOLU:

1-SEYYİDÜL EVVELİN VELAHİRİN HZ.MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V)
2-EBUL HASANEYN İMAM ALİ EL MURTAZA k.v.r.a
3-
İMAM HZ.HÜSEYİN ŞÜHEDA ra
4-
İMAM ZEYNELABİDİN ra
5-
İMAM MUHAMMED BAKIR ra
6-İMAM CAFERİ SADIK  ra
7-İMAM MUSA KAZIM  ra
8-İMAM ALİ RIZA   ra

9-ŞEYHÜL FAHİN MARUF ALİ EL KERHİ
10-ŞEYHÜL KERİM EBUL HASAN SIRRI SAKATİ
11-SEYYİDÜT-TAİFEYİ SUFİYYE ŞEYH EBUL KASIM CÜNEYDİ BAĞDADİ
12-ŞEYH EBU ALİ AHMED MİMŞAD DİNEVERİ
1
3-ŞEYH MUHAMMED DİNEVERİ
1
4-ŞEYH MUHAMMED  EL-BEKRİ
1
5-ŞEYH VAHYEDDİN GAZİ
1
6-ŞEYH ÖMER EL-BEKRİ
1
7-ŞEYH EBU NECİB ZİYAÜDDİN SÜHREVERDİ
1
8-PİR KUTBEDDİN EBHERİ
1
9-ŞEYH RUKNEDDİN MUHAMMED NUHASİ BUHARİ
20-ŞEYH ŞİHABEDDİN MUHAMMED TEBRİZİ
21-SEYYİD ŞEYH CEMALEDDİN ŞİRAZİ
22-SEYYİD PİR İBRAHİM ZAHİD GEYLANİ
2
3-ŞEYH KERİMÜDDİN ALİ MUHAMMED HALVETİ
2
4-PİR SİRACEDDİN ÖMER EL HALVETİ
2
5-ŞEYH ALİ MİREM HALVETİ
2
6-ŞEYH HACI İZZEDDİN HALVETİ
2
7-ŞEY PİR SADREDDİN
2
8-PİRİ SANİ SEYYİD CELALEDDİN YAHYA ŞİRVANİ
2
9-PİR MUHAMMED ERZİNCANİ
30-ŞEYH TACEDDİN İBRAHİM KAMİL KAYSERİ
31-ŞEYH ALAADDİN UŞŞAKİ
32-ŞEYH AHMED ŞEMSEDDİN MARMARAVİ
33-ŞEYH ELMALILI ABDÜLVEHHAB
34-ŞEYH EROĞLU AHMED EFENDİ
35-ŞEYH YUSUF SİNAN ÜMMİ
36-ŞEYH NİYAZİ MISRİ
           
HALVETİ MISRİYYE KOLU
  37-BUDENCELİ ŞEYH HASAN EL HALVETİ
  38-VESTENCEVİ ŞEYH ALİ EL HALVETİ
  39-TRABLICAVİ ŞEYH AHMED EMİR EL HALVETİ
  40-ŞEYH MUHAMMED TAHİR EL HALVETİ
  41-TRABLICAVİ ŞEYH AHMED BEDREDDİN EL HALVETİ
  42-ATİNEVİ ŞEYH ALİ RIZA EL HALVETİ
  43- BURSEVİ ŞEYH MUSTAFA LÜTFİ EL HALVETİ
  44-ŞEYH MEHMED ŞEMSEDDİN (ULUSOY) EL HALVETİ
             
MEHMED ŞEMSEDDİN ULUSOY Ö.1936
                                               


*****

Kanı bir mürşid-i kamil isteyen
Yetiş Elmalı'da Ümmı Sinan'a

Gerçi her köşede «Şeyhim" der çoktur
Binde birinin de irfanı yoktur.

Mürşid-i kamilin tarıki Hak 'tır,
Yetiş Elmalı'da Ümmi Sinan'a

Lillah fillah irşad yoluna girmiş ,
Yoluyla ehlinden usulün almış,

Sinesi hem nur-ı Hak ile dolmuş,
Yetiş Elmalı'da Ümmı Sinan'a

Ayetin Hadıs'in sırrın anlayan
Daim tevhid ile gönlün eyleyen

Biçare Mısrı'nin sözün dinleyen
Yetiş Elmalı'da Ümmi Sinan'a

*******

Niyâzî Mısri Üsküdarda oturdukları sırada kendisine manâ âleminden bizzat Resûlüllah (S.A.V) seyr-i sülûk ettirdi. Bazen İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin efendilerimiz dahi gelip tevhid makâmlarını gösterirler idi. Bir sâlik sıdkiyle sülûk ederse, cem-ül- cemde Resûlüllah efendimiz ana gelir. Bilhassa “ Ahadiyet makâmı “ nı bizzat Resûlüllah efendimiz telkin ederler. Zirâ bu makâmın sâhibi ancak odur,başka kimse telkin edemez. İşte bir kimsenin meyl ve muhabbeti olduğu vakit son nefeste olsun ana sülûk gösterilir, anı Cenâb-ı Hak kabul eder ve sâlik ise makâm gösterilir.Bir sâlik tevhîd makâmlarından ilki olan “ Tevhid-i Ef’al “ görüp de Şeyhi vefat etse , gerek bu âlemde ve gerek âhiret âleminde, yani kabirde, haşirde neşirde ana tekmil-i makâmat ettirilir.Bunu ya Şeyhi veyâ diğer Veliler yaparlar. Hazret-i İbrahim (A.S) tevhîdin babası olması itibariyle bu gibi sâliklere en önce kendisi makâmları gösterir, sonra diğer Velileri tayin edip o sâlikin makâmını tamamlatır.

İstanbul'dan Bursa'ya gidip orada Veled-i Enbiya Camii kayyimi Ali Dede'nin evinde ve Ulu Cami yakınındaki medresede oturan Niyazi-i Mısri,yine bir rüya üzerine Uşak'a giderek Halvetiyyenin Elmalı'lı Yiğitbaşı Ahmet Efendi kolundan ve Ümmi Sinan Halifelerinden Şeyh Mehmed'e intisab edip tecdid-i biat eyler.Ümmi Sinan ile Elmalı'ya giderek şeyhinin dergahında imamlık,hatiplik ve şeyhinin oğluna öğretmenlikte bulunur.Bir aralık İstanbul'a bir seyahat yapar. 1065 (1654-1655) te kırk yaşında kendisine Ümmi Sinan tarafından hilafet verilmesine müteakip Uşak'a ve Kütahya'ya,Ümmi Sinan'ın ölümünden sonra tekrar Uşak'a döndü.Bu arada Çal'dan gelen bir heyet Mehmed Efendi'den kendilerine faydalı olabilecek bir şeyh istemişlerdi. Mısri, Çal'a gitti. Fakat bu beldenin insanları «talib-i dünya ve tarik-i ukba" yani dünyaya meyilli olan, bunun yanında ahiretten uzak olan insanlar olduklarından orada fazla kalamadı. Kütahya'da görevlendirildi. Bir müddet burada kalan Mısri, Uşak üzerinden 1072/1661 yılında Bursa'ya geldi.oradan Bursa'ya gidip Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir.Bir kız çocuğu olur.Abdal adlı bir tüccar, Niyazi'ye bir dergah yaptırır.Bu dergah 1080 (1669-1670) tarihinde merasimle açılır.Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın daveti üzerine Edirne'ye giden Niyazi,fazla değer verdiği cifir(gizli ilimler)e dayanarak bazı sözler söylediğinden 1087 (1673) te Rodos'a sürülür.Dokuz ay sonra affedilerek Bursa'ya döner.Tekrar vaazlarını yanlış anlayan çekemeyenlerin şikayeti üzerine 1676 tarihinde sürüldüğü Limni Adası'nda 1691 senesine kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra affedilir. II.Ahmed devrinde Türk ordusunun Avusturya üzerine hareketine karar verildiği zaman Bursa'da oturan Niyazi-i Mısri,Allah rızası için gazaya gideceğini bildirir. 1104 (1693) te müridlerinden 200 kişiyi etrafına toplar.Niyazi'nin ,Bursa'da yeni kaplıca civarındaki Bademli Bahçe'de çadır kurdurup yola çıkmaya hazırlandığı duyulunca,müridleri, çoğalan fetihlerin huruc davasına kalkıştıkları ve bu yüzden kan döküldüğü göz önünde tutularak kendisine Bursa'da kalıp hayır dua ile meşgul olması için Hatt-i Humayun gönderilir.

Padişahın Niyazi'ye gönderdiği mektup aynen şöyledir: "Mısri Efendi,selamımdan sonra sefere kasd ve azimetiniz olduğu mesmu-i hümayunum oldu.Sefere teveccühünüzden ise halvetinizde duaya meşgul olmanız ensebdir.Mahallinizden harekete rızay-i hümayunum yoktur.Huzur-i hatır ile zaviyenizde oturup asakir-i İslamiyye ve ğuzat-i mücahidine teveccüh-i tam ile mansur ve muzaffer olmaları duasında olmanız me'muldür vesselam."

Niyazi,padişahın bu isteğini kabul edemeyeceğini şu mektubu ile bildirir:

"Bismillahirrahmanirrahim.

Elhamdülillahi Rabbilalemin.Vassalatü vesselamü ala Seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.Vesselamü ala halifeti'l Mehdiyyi.
"Padişahım, "İnne mesele isa kemeseli Adem" buyuruldu.Mümasili ilmül-esmada yığıldı.Kabul edene meslek dendi,kabul etmiyene şeytan dendi.Kazalik İsa,nüzulünde ilmü'l-esma ta'lim eyledi.Kabul edene melek ve mehdi dendi,etmiyene şeytan ve deccal dendi.Ondan nüzul-i İsa'ya gelince ne kadar enbiya ve rüsul geldiyse anlara muhalefet eden padişahlardan kanğısı behremend oldu,muradına erdi? Cümlesi makhur oldular. "Padişahım,muhale ferman vermek akil işi değildir.Bir kevkebe tulu etmesün deyu ferman versen,yahut borusu (ağrısı) tutmuş avret doğursa padişaha asi olur mu?

Padişahım,ben seni esirgerim,sana benim su-i kasdım yoktur.Senin hayırhahınım.Senin düşmenim,beni sana yanlış bildirir.Bu dahi malumun ola ki enbiyada ve evliyada kizb ve hilaf ve müdahene olmaz.Bizim sana su-i kasdımız yoktur.Dediğimize itimat edin ve nüdemadan birisini şunu azl veya katleyle demem.Bu senin hizmetine layık değildir.Ancak umum üzre adleyle deyu nasihat ederiz,kabul edersen senin izzetin ziyade olur; aziz olursun; kabul etmezsen zararı kendinize edersiniz.İsa nüzul etmesün deyu ferman verüp geru reddedemezsin.Ancak bir miktar ta'ciz edersen,me'yus olunca sonra nazarı Hak erişüp ol me'yusa necat verir.. "el-Hasıl enbiyaya muhalefette olmaktan men ederim. Nasihati kabul edersen, tahtında sabitkadem olursun. İsa Aleyhisselam, kendi hakkında ala mele'innas haza mehdiyyüzzeman deyu şehadet eder.Şehadetini Allah taala kabul eder, cümle halk dahi kabul eder.Ve illa muhalefetin zararı kenduye aidolur, bilürsün. Nasihatim budur. Bu mektubu kendu şeyhine gösterme ve re'yiyle amil olma. Şeyhu-l İslama ve ulemaya göster, anların re'yiyle amil ol.Alim kavli şeyhulislamı müşirdir. Anların işaretleriyle amil ol Ahmed adedidir 254 Vesselamü ala men ittebe'a'l-hüda".

Niyazi, Padişahın emrine kulak asmıyarak Tekfur Dağına kadar gittiği gibi, yapılan te'kide de ehemmiyet vermemiş idi (Silahtar, tarih, II,704).Hadiseyi duyan padişahın, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiğine ve onu Tekfur Dağında karşılattığına bakılırsa Niyazi'yi çok saydığı anlaşılır. (Reşid, tarih, II,216). Niyazi-i Mısri'nin Edirne'ye yaklaşması ve padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, pek çok kimselerin de şeyhi sabırsızlıkla beklemeleri devlet adamları arasında telaş uyandırır.Sadrazam Bozok'lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak istiyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören Ahmed II yi, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. Niyazi, 26 Şevval, 1104 (30 Haziran 1693) Salı günü Edirne'ye gelip va'zetmek üzere Selimiye Camiine indiği zaman, halk caminin etrafını almış, kalabalıktan içeriye girilemez olmuş idi.

Bu durum karşısında Sadrazam, Mısri Efendi eğer derhal sürgün edilmezse büyük bit karışıklık çıkacağını padişaha telkin ederek Şeyhin Limni'ye gönderilmesi hususunda bir ferman alır. Şeyh Efendi hemen Tahtırevana bindirilip Boğazhisarındaki Kaptan Paşa'ya sevk olunarak Limni'ye gönderilir.

Limni Adasına götüren gemi Anadolu kıyılarından açılınca göz yaşları içinde:

“Osmanlı sülâlesinin inkirazı için dördüncü semâya bir kazık çaktım! Bu kazığı benden başka kimse çıkaramaz!” demiştir..
20 Recep 1105 (16 Mart 1694) Çarşamba günü Limni'de irtihal-i dar-i beka eyler....

***********************************

Ey çarh- ı dûn nittim sana hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona ah mihnetâ vah mihneta
Bendinden âzad etmedin, feryâdıma dâd etmedin.
Bir dem beni şâd etmedin ah veyletâ vah veyletâ.

Erişmedi dosta elim Rahmâna varmadı yolum
Çıkmadı başa menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ.

Kârım dürür derd ile gam gitmez başımdan hiç elem,
Gülden cüdâ bir bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ .
Mecnûn veş âh edeyim Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh edeyim ah hasretâ vah hasretâ.

Var mazsa yolum Şeyhime, sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime ah hayretâ vah hayretâ.
Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola âh rihletâ vâh rihletâ.

*************************************

Evliyâdan biri rüyâsında kendisini Medine-i Münevverede İbni Abbas kubbesi altında oturur görür. Mübâşir kılıklı biri gelir. “ Seni beldenin hâkimi istiyor “ der. Bu zat :” Benim beldenin hâkimi ile işim yoktur.” diyerek geleni yanından kovar. Sonradan düşünür, bu beldenin hâkimi Resûlüllah efendimizdir, hemen kalkıp Harem-i şerifte Şebeke-i Resûle gider.Orada zayıf bir adam oturur görür. Şebeke-i Resûlden nidâ gelir : “ Senin hakkında davâcı var.” Bu defa zayıf adama : “Nedir davân söyle” buyururlar. “ Efendim, bu zat beni doyurmaz, su vermez beni aç bırakıyor, beni öldürecek “ deyince o zat bu zayıf adamın kendi nefsi olduğunu anladı.”Ya Resûlallah , sen buyurdun size nefsiniz yeteri kadar düşmandır,ondan korunun, eğer ben bunu aşırı derecede beslersem, sonra bana uymaz,beni tehlikeye kor”. Bunun üzerine Resûlüllah buyurdu: “ Aferin benim hadisimle âmil olmuşsun “. Bu defa nefis : “Yâ Resûlüllah buyurdun nefis sizin binek atınızdır, ona iyi bakın ,bu zat beni öldürecek”. Bunun üzerine Resûlüllah efendimiz : “Haydi o bilir seni öldürmiyecek kadar bakar “ buyurdular.

*********************
Esselâ her kim gelür bazâr-ı aşka esselâ,
Esselâ her kim yanarsa nâr-ı aşka esselâ.
Esselâ dâr-ı Enel-Hak’da bugün Mansûr olup,
Can-ü bâşından geçen berdâr-ı aşka esselâ.

İbn-i Edhem gibi tâc-ü tahtını terk eyleyüp,
Soyunup abdâl olan hünkâr-ı aşka esselâ.
Kendini ödlara atan şol Halilullâh gibi,
Cân-ı dilden bülbül-i gülzâr-ı aşka esselâ.
Varlığı dâğın delüp Şîrin iline yol eder,
Ey Niyâzî söyle ol mi’mâr-ı aşka esselâ.








                                                                 
Niyazı Mısri hazretlerine bunca eziyet ve surgün hayatı yasatanlar kimlerdir?
KADIZADELİLER Ve bunlardan sonra gelen bu zihniyetin devamı olan din adamı görünüp dini yanlış yorumlayan zihniyetin etkisi altında kalanlardır.

Osmanlı dini hayatında önemli bir yere sahip olan Kadızadelilerin en güçlü ve faal oldukları dönem, 1620 ile 1680 yılları arasındadır. 1650’den itibaren, Osmanlı sarayı üzerinde de etkili olmaya başlayan Kadızadeliler, bazı kaynaklarda “Fakihler” olarak da anılmaktadır. Kadızadelileri, 17. yüzyılda sosyal, kültürel ve dini alanda gittikçe alevlenen ve devletin bünyesini de saran bir akımın temsilcileri olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Kadızadeliler bir bakıma, “Selefiler”in takipçileri sayılabilirler, zihniyet itibariyle kendi inanış biçimi dışındakileri tasfiye (Selefi) eden, İslâmiyet dışına iten, “kâfir” ilân eden bir dini harekettir (Bu hareketin fikirlerinin temeli 13. yüzyılda yaşamış ve İslâm dünyasında yüzyıllar boyunca etkili olmuş Vehhabiliğin de kökenlerini aldığı İbn-i Teymiyye (öl.1328)’ye dayanır).
Kadızadeliler, çoğunlukla kadı ve vaizlerden oluşmaktaydı. Özellikle Mevleviler gibi Anadolu erenlerinin kurduğu tasavvufi İslâm anlayışına karşı cephe almışlardır. Devletin 17. yüzyılda savaş alanlarında yaşadığı bozgunlar, Kadızadelilerin işini kolaylaştırmış, halk arasında yaşanan felaketlerin esasen birer bela ve musibet olduğu fikrini yaymalarına imkân vermiştir.

Kadızadeliler, daha ziyade esnaf zümresi üzerinde etkili olmuşlardır. Çoğu eğitimsiz veya sadece okur-yazar olan bu kesim, dine sıkı bağlı olma ve bütün dini emirleri ayrıntılarıyla uygulamaya hazır bir topluluk özelliği taşımaktaydı. Bu bakımdan cami vaazları, Kadızadelilerin halka ulaşmaları açısından çok önemliydi. Kadızadelilerin ana buluşma mekânı olan Fatih Camii’ndeki hararetli ve duygulu vaazları, halkta büyük yankı uyandırıyordu.
Kadı, müderris, imam, müezzin gibi dini meslek gruplarından oluşan bu hareketin başlıca üç önemli lideri ön plana çıkar; Kadızade Mehmed Efendi (1582-1635), Üstüvani Mehmed Efendi (1608-1661)
ve Niyazi Mısri başta olmak üzere dergahları ve dervişleri tasfiye etmeye çalışan Vani Mehmed Efendi (öl.1685)

Hünkâr vaizi, Vani Mehmed Efendi; çoğu vaiz olan Kadızade hareketi mensupları, daha önce de belirtildiği gibi, ekseriyetle taşralıydı. Bunlardan biri olan Vani Mehmed Efendi (öl.1685), Osmanlı yönetici sınıfı üzerinde önemli etkisi olmuştur. Vani Mehmed, Van’ın Hoşab ilçesinde doğmuştur. İlk eğitimini büyük babasından alan Vani Efendi; Tebriz, Karabağ ve Gence gibi yerlerde bulunan medreselerde dönemin ünlü hocalarından dersler almıştır. Vani Efendi, Van’da vaiz iken Vali Fazıl Ahmet Paşa’nın dikkatini çekmiş ve sadrazama teklif edilerek Edirne’ye davet edilmiştir. 1664’te Valide Sultan Camii vaizliğine getirilen Vani Mehmed, 1669 yılında Şehzade Mustafa ve Şehzade Ahmet’in hocalığına tayin edilmiştir. Vani Efendi, padişaha çeşitli vesilelerle “Duaname”ler yazmış ve bu sayede sarayın güvenini kazanmıştır. Aslında bu “Duaname”ler, esas itibariyle Kadızadelilerin din anlayışına çok çarpıcı örnekler içermektedir. Mesela; “Bu duanameyi her cuma gecesi yatsı namazından sonra mescitte bir kimse okuyup cemaat de dinleyip amin derse padişahımızın ömürleri uzun olur ve tüm istekleri hasıl olur” diye yazmıştır. Burada, kendi yazdığı bir duayı her cuma gecesi yatsı namazı sonrasında okumayı tavsiye eden Kadızade, aslında yeni bir adet ihdas etmiş, yani bir bid’at başlatmış oluyordu. Bunu bir başkası yapmaya kalksaydı, muhtemelen kâfirlikle suçlanacaktı.
Damadı ve oğullarını da şehzade hocalığı ve müderrislik gibi görevlere getiren Vani Efendi’nin Sultan IV. Mehmed üzerindeki tesiri neticesinde, bilhassa 1660’tan itibaren padişahın, tasavvuf erbabına karşı menfi bir tavır takındığı görülmektedir.
Bu arada Niyazi Mısri hazretlerinin sohbetlerinden haz almayan Vani Mehmet, padişah uzerindeki etkisiyle
Niyazi Mısriyi önce Rodos adasına sürgün ettirmiş.6 ay sonra af cıkarak geri gelmiştir.
Fakat düşmanlar durmamaktadır.
Mısriye saldıran bu düşüncesizlere ne yazık ki kayınpederi de dahildir.Damadının himmetinin büyüklüğünü,ulvi makamını manevi kuvvetini ve Allah indindeki kudsi mertebesini  düşüncesiz olmakla,
’’İhtimal bu Adem zamanının mehdisi olmak hevesine düştü’’ denilerek Mısri yi pek çok sıkıntılara sokarak incitmişlerdir.diğer saldırganlara önayak olmuş maksudunun husulü için ellerini bi-günah,aynı zamanda maarifi ilahiye ile bilinen  zümre-i İrfan'ın kanı ile boyamaktan çekinmemiş; şiddet bir vezirin yardımı ve himayesiyle yapmadığını bırakmamıştır.
Mısrı ise onların  bu   cezalarına  bu  cefalarına  karşı kanıksamış:
‘’ Mısri çeker bu mihneti ol rahatı Rahman görür’’
hakikatini virdi zeban eylemiş.

Mehdi benim adlim durur, İsa benim fazlım durur
Ahir amel  katlim durur, ya sen beni ya ben seni

Mısraları  delil gösterilerek Niyazi Mısri padişaha şikayet edilmiş. padişah mehdilik iddiasında bulunduğuna dair kendisini suçlamaya kalkınca Mısri Hazretleri korkusuzca  cevap vermiş ve Padişah da ölü kalpleri ihyada İsa ve hidayette Mehdi siniz demeye mecbur kalmıştır bunun üzerine Mısri ;
Ne Mısriyem,ne Mehdiyem,ne İsa'yam, ne insanam
Bu yanan daimi şem’in veli pervanesiyem ben

Mısralarını söylesede bela oklarını kendisine çekmiştir. Mısır ye ceza edenlerin başında gelen Vani Mehmet, mutasavvıfların   dilinde zamanın Ebu cehil'i olarak anılmaktadır.  Niyazi  Mısrinin Limni adasına  sürgünün sırasında zincirlerini Vani Mehmet bağlamış ve ‘’Hakkın velisi, zincirli delisi’’diyerek alay etmiştir. bunun üzerine Mısri  Hazretlerinin zincirleri çözülerek ortadan kaybolmuştur..Belli bir zaman sonra tekrar görünen Niyazi Mısri  Hazretleri,16 yıl sürecek sürgün için Limni adasına doğru  yola çıkar. Bu kerameti gören başta Vani Mehmet in azgınlığı dahada artmış, ileriki yıllarda ibretlik bir şekilde can vermiş,dili dışarıda duvarlara tırmanarak ölmüştür.
.Niyazi Mısri hazretleri Taha suresinin ‘’Zikrimde gevşek davranmayın’’ ayetini yorumlarken şöyle diyordu ‘’zikrimde Vani olmayın.‘’bu ayette işaret buyurulduğu gibi hasetçilerin en büyüğü Vani dir.
Bir Allah dostuna düşmanlık edenlerin kendisi ölmekle cezası bitmiyor.Neslide aynı akıbete uğruyor.Günümüzde Niyazi Mısri ile çalışma yapan bir üniversite öğretim görevlisi Vani Mehmet in son torununu tanıyor.Hayri Bey ismindeki bu torunu,Vaniköy deki bütün araziler,Yalılar konaklar ve bahçeler elden çıktıktan sonra Kız kardeşi ile birlikte kendisine Miras kalan gayrettepedeki 9 apartman dairesinin birinde oturuyormuş.
Babası şizofreniye giriftar imiş ve intihar etmiş. kız kardeşi Alman hastanesinde yatarken ölmüş.Gayrettepedeki evden 27 yıldır dışarı çıkmıyormuş. Aile hekimi İhsan Bey'in bir başka hastası ile yakın dost olduklarından Sinan onun aracılığıyla Hayri beye  bir süre evinde bakıcılık yapmış.Çocuksu, kuşkucu, zaman zaman hırçın, Küskün, kırılgan çoğunlukla odasına kapanarak vakit geçiren biri.
Bu öğretim görevlisi bakıcı Sinan aracılığı ile Hayri Bey le görüşüyorlar.6 ay sonra öğreniyor ki,Hayri bey de kendini 7.katdan aşağıya atarak hayatına son veriyor.
İşte gördüğünüz gibi 1685 de ölen Vani Mehmet in nesline olanlar ve sonlarının gelmesi.


İbn Arabi, Mevlana ve Yunus Emre düşüncesinin 17. asırdaki takipçilerinden olan Mısri, adeta bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı bir terkip niteliğindedir. Çok sayıda eseri ve şiirleri bulunan Mısri'nin bu şiirlerinden yaklaşık 250 tanesi ilahi olarak bestelenmiştir.

Mısri bazı ledünni düşünceleri açığa çıkardığı ve devrin bazı siyasilerini eleştirdiği için bir defa Rodos adası ve iki defa da Limni adasına olmak üzere üç defa sürgüne gönderilmiş ve hayatının 16 yılını kalebend olarak zindanlarda veya gözaltında geçirmiştir. Devrin siyasilerinin lüzumsuz ve vehmi korkuları, Mısri hakkında iftiralara sebep olmuş ve bu büyük veli hiç hak etmediği cezaları çekmek zorunda kalmıştır.

Düşünce ve öğretilerinin çevresinde etkili olmasından rahatsız olan devrin siyasi figürleri "Mısri huruca kalkışacak" endişesiyle sun'i bir yaygara koparıp, ihtiyar halinde onu ayağına bukağı vurdurarak, adi bir suçlu gibi Limni adasına sürdürmüşlerdir. Mısri uzun sürgün hayatının hitamında 76 yaşında ayağında bukağı olduğu halde vefat etmiş ve 17 kilogramlık bukağısıyla defnedilmiştir. Limni'nin 1912 yılında Türklerin elinden çıkmasından sonra Türkiye'de tedricen unutulan ve yakın zamana kadar hatırlanmayan Mısri'nin medfun bulunduğu yerin üzerinden bugün cadde ve kaldırım geçmektedir.


BULAN ÖZÜNÜ

Bulan özünü gören yüzünü
Bir yüzü dahi görmek dilemez
Vuslatta olan hayrette kalan
Aklın diremez kendin bulamaz
Her şam u seher odlara yanar
Her benzi solar ağlar gülemez
Aşık olagör sadık olagör
Cehd eylemeyen menzil alamaz
Meftun olalı mecnun olalı
Bu Mısri dahi akla gelemez.

****************



YA MUHAMMED

Yine dil naatını söyler Muhammed
Dil ü can mülkini toylar Muhammed

Sen ol sultan-ı kevneynsin ki mahluk
Senün medhinde acizler Muhammed

Giyüp hil'at-i levlaki boyuna
Düşüptür saye serviler Muhammed

Alur şems ü kamer nurı yüzünden
Saçun "velleyli" yeldalar Muhammed

Kaşundur "Kabe Kavseyn ev-edna"
Teründür açılur güller Muhammed

Boyun eğmiş dudur çeşmüne hayran
Çemen sahnında sünbüller Muhammed

Lebün la'li dehanun madinüdür
Lisanun vahy-i Hak söyler Muhammed

Şu vaktin kim çıkup gezdün semayı
Bulup Hazrette rifatler Muhammed

Kamu ervah-ı peygamber hem emlak
Seni iclale gelmişler Muhammed

Seni şah-ı ilm kılup ol anda
Kamusı ümmet oldılar Muhammed

Niçin olmayalar ümmet ki Hakkun
Rızasın sende buldular Muhammed

Ne noksan ire cahına kılursan
Niyazi'ye şefaatler Muhammed



********************



BİR ENİSİN YOK

Bir enisün yok aceb hayrettesün
Rahatı terk eyledün mihnettesün

Gice gündüz bilmeyüp hayrettesün
Ya senün leyl ü neharun kandedur

Ne görindi güle karşı gözüne
Ne yüründi bakduğunca özüne

Kimse mahrem olmadı hiç razuna
Bilmediler şehsüvarın kandedir

Gökte uçarken seni indirdiler
Çar unsur bendlerine urdılar

Nur iken adun Niyazi virdiler
Şol ezelki itibarun kandedur

*******************



CAN GÖZÜ

Derviş olan aşık gerek,yolında hem sadık gerek
Bağrı onun yanık gerek,can gözleri açık gerek

Alçaktan alçak yürüye,toprak içinde çürüye
Işk ateşinde eriye,altun gibi zarmak gerek

Zikr-i Hakka meşgul ola,yana yana ta kül ola
Her kim diler makbul ola,tevhide boyanmak gerek

Eyven kişi yol alamaz,maksudunu tiz bulamaz
Yok olmayan var olamaz,varını dağıtmak gerek

Dervişlerin en alçağı,buğday içinde burçağı
Bu Mısri gibi balçığı,her bir ayak basmak gerek

İster isen bulasın cananı sen
Gayre bakma sende iste sende bul



**********************

DİVANE

Padişah'a aşkını humhane kıl
Masiva'yı aşkına bigane kıl
Zikr ü fikrinle beni pür nur idüp
Mest ü medhuş eyleyüp divane kıl
Benliğimdir senden ayıran beni
Varlığım şehrini yık virane kıl
Mürg-i ruhum meylini kes gayrıdan
Şol cemalin şem'ine pervane kıl
Gönlümü mir'at-ı vech-i zat idüp
Ol tecelli'le beni mestane kıl
Cezbe-yi feyz'in şerabın doldurup
Bu Niyazi bendeni meyhane kıl



******************



UYAN GÖZÜN AÇ

Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allah'a
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allah'a
Her geceyi kaaim ol her gündüzü saim ol
Hem zikr ile daim ol yalvar güzel Allah'a
Bir gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allah'a
Aslığı ganimet bil her saati nimet bil
Gizlice ibadet kıl yalvar güzel Allah'a
Ömrünü hiçe sayma kendini oda yakma
Her şam u seher yatma yalvar güzel Allah'a
Hey nice yatırsun dur olma bu safadan dur
Bahr-ı keremi boldur yalvar güzel Allah'a
Her vakt-i seherde bir lütfu gelir Allah'ın
Ol vakt uyanır kalbin yalvar güzel Allah'a
Allah'ın adın yadet,can ile dili şadet
Bülbül gibi feryat et yalvar güzel Allah'a
Gel imdi Niyaziyle Allah'a niyaz eyle
Hacatı dıraz eyle yalvar güzel Allah'a



**************************

HÜDA DAVET EDER

Hüda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakikat Şehrine Çün rihlet oldu
Gönül durmaz uyar elhamdülillah
Duyaldan can ü dil vaslı habibi
Hem okur hem yazar elhamdülillah
Yakın geldi tulua Şems-i ruhum
Bugün kevnim doğar elhamdülillah
İlim dedikleridir halveti yar
Kamu ağyar gider elhamdülillah
Şehadet mansıbıdır ali mansıb
Bize veriliser elhamdülillah
Görüde mani yüzünden cemali
Bozuldu hep suver elhamdülillah
Biliştik bunda hem ihsanlar etti
Nasibimiz kadar elhamdülillah
Ne gam giderse dünyadan Niyazi
Visaline erer elhamdülillah

*********************

ALLAH HU DİYEN

Tende canım canda cananımdır Allah Hu diyen
Dide sırrım serde sübhanımdır Allah Hu diyen
Dest-i kudretle yazılmış yüzüne ayat-ı Hakk
Gönlümün tahtında sultanımdır Allah Hu diyen
Cümle azadan gelir zikr-i ene'l Hakk haresi
Cism içinde zar-ı efganımdır Allah Hu diyen
Giceler ta subh olunca inletir bu dert beni
Derdimin içinde dermanımdır Allah Hu diyen
Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir
Katremin içinde ummanımdır Allah Hu diyen
Kisve-i tenden muarra seyreder bu gökleri
Çark uran abdalı uryanımdır Allah Hu diyen
Her kişiye kendinden akrab olan dost zatıdır
Ey Nİyazi dilde mihmanımdır Allah Hu
diyen



HEP ARZULARSIN!!
 
 
 
Ara
İçeriğe dön | Ana menüye dön